Guille
874 reviews2,455 followers
Es una novela algo curiosa esta de Edouard Louis. A pesar de lo breve que es en páginas no son pocos los temas que trata sin que exista una relación demasiado clara o, al menos necesaria, entre ellos y que prácticamente solo se enuncian, aunque el anuncio se haga alto y claro y quizás no necesite más. Y por último, el grito final contra la actual política de recortes sociales que, y esto es de lo que no terminamos de darnos cuenta, condiciona de forma irremediable la vida de mucha gente, directa e indirectamente para acabar repercutiendo en la sociedad entera. Estoy con Louis, “hay asesinos cuyo nombre no se asocia con los asesinatos que han cometido”. “Llorabas al confesarme que no sabías cómo interpretar aquellas fuerzas que te atravesaban, que te hacían decir cosas de las que te arrepentías al instante”
Primero está la figura del padre, con una personalidad homófoba, xenófoba, violento, amargado por una vida que no es la que había deseado, pero con algunos comportamientos que dan que pensar si no hubiera sido otro de haber podido vivir otra vida, lo que está en relación con una de las preguntas fundamentales del libro: “¿La mujer y el hombre son lo que hacen o existe una diferencia, un salto entre la verdad de nuestra persona y nuestros actos?”, algo que después tiene su ligazón con la denuncia, con el grito final de la novela contra una políticas liberales que no facilitan precisamente que la gente pueda vivir su vida. “… finges odiar la felicidad para convencerte de que si tu vida tiene la apariencia de una vida infeliz es porque así lo has elegido, como si quisieras convencernos de que siempre has tenido el control de tu propia infelicidad, como si quisieras dar la impresión de que si tu vida ha sido tan dura es porque así lo has querido, porque te da asco el placer, porque detestas la alegría. Creo que te niegas a aceptar la derrota.”
Después está la relación de ese hombre con su hijo homosexual (“La regla del mundo en que vivías: ser masculino, no comportarse como una tía, no ser un maricón”) y los esfuerzos inútiles de ese hijo buscando la aceptación del padre, su amor, conseguir hacerle sentir orgulloso de su hijo (“Una tarde, en el bar del pueblo, dijiste delante de todo el mundo que habrías preferido tener un hijo que no fuera yo”). “Para las clases dominantes, la política es a menudo una cuestión estética: una manera de pensarse, una manera de ver el mundo, de construirse como individuos. Para nosotros, era vivir o morir.”
Porque no invertir en la educación pública es impedir que muchos jóvenes puedan salir a flote, es desaprovecharlos para y por el bien de la sociedad, es construir una sociedad peor. Porque no invertir en la sanidad pública, dando lugar a listas de espera interminables y a consultas en las que la falta de tiempo dificulta los diagnósticos, dando lugar a recortes en las medicinas subvencionadas, es condenar a muchos a una vida más difícil y dolorosa cuando no directamente a una muerte prematura. El autor cita a sus culpables políticos, Hollande, Valls, Sarkozy, Macron, Bertrand, Chirac, yo podría citar a unos cuantos de los últimos 30 años en mi país, tanto a nivel nacional como autonómico, políticos y políticas que de forma absolutamente cruel quitan a los pobres, reduciendo el gasto social, para dárselo a los ricos, los más beneficiados siempre en las bajadas de impuestos, bajo la premisa (o la hipócrita excusa) de que todo el que es pobre es porque es un vago y beneficiándose de que justamente los más perjudicados por sus políticas, los marginados, los que se sitúan fuera del sistema, no votan y muchos de los que votan aprueban esas medidas tan perjudiciales para ellos mismos bajo la estúpida e insolidaria esperanza de que serán capaces de prosperar y beneficiarse algún día de tales medidas.
Mika
284 reviews181 followers
J’ai tué le souvenir de mon père, au point de ne plus me rappeler son visage, sa voix, sa carrure. J’ai tué une grosse partie de mon enfance, un immense trou noir avec Lui dedans. J’ai vécu avec une mère femme de ménage qui refusait d’être appelée «agent d’entretien» parce que «ça fait truc de riche et moi je suis pauvre.» J’ai vécu avec un beau-père que j’ai très vite appelé Papa, un mec qui n’a jamais pleuré devant moi, un mec qui a tenté de m’offrir une chouette vie, à sacrifier sa propre bouffe par peur qu’on en manque, nous. J’ai vécu avec ces parents qui ont voulu m’apprendre à haïr l’Autre, à haïr le noir, l’arabe, le juif, l’homosexuel, le trans, les gens différents, ceux qui sont «pas comme nous, qui comprennent pas.» J’ai vécu dans l’odeur des bureaux de vote où ceux que je devais voir comme des héros votaient pour un parti de Haine. J’ai vécu l’odeur du papier qui brûle quand il a foutu le feu à sa carte d’électeur le soir de l’élection d’Hollande. «Tous des merdes, ils vont faire quoi pour nous, hein? Rien du tout. Ils écoutent rien. Ils vont aider les pd, les bougnoules et les noirs, et nous on va se crever à la tache.» J’ai vécu la révolution, j’ai vécu les poings levés dans la rue, ma liberté, mon identité, j’ai vécu ma fuite, mon arrivée dans la grande ville, celle de tous les possibles. J’ai vécu l’incertitude politique, la peur, le doute. J’ai vécu la terreur de dire «je t’aime» parce qu’on m’a pas appris à le dire. J’ai buté des idéaux comme on cogne dans un caillou. J’ai emporté le gosse en moi avec. Tout ça, c’est pour dire quoi, au fond? Que le nouveau texte d’Edouard Louis, moi je l’ai vécu comme une éventration de mon passé, comme un coup de scalpel dans mes pensées les plus violemment intimes. «Qui a tué mon père» est de ces livres qui va hanter ma vie de lecteur, ma vie d’homme, ma vie d’engagé. Bravo, monsieur Louis. Moi je pourrais jamais aimer mon père comme vous venez de le faire en moins de cent pages. C’est avec le coeur en révolution que je vous dis chapeau bas. Vous m’avez bouleversé.
Ludmilla
363 reviews199 followers
Baba-oğul hesaplaşmalarını severim. Aslında ebeveyn-çocuk hesaplaşmasını içeren, ibrenin tamamen nefrete ya da sevgiye kaymadığı kitapları okumaktan keyif aldığımı söyleyebilirim. Babamı Kim Öldürdü’nün tanıtım yazısını okuyunca hemen aldım bu yüzden. Babamı Kim Öldürdü, Ruth Gilmore’un ırkçılık tanımıyla başlıyor, “bazı toplulukların erken ölüme maruz bırakılmasıdır ırkçılık” diyor Gilmore. Biz de böylece tek meselesinin baba-oğul yüzleşmesi olmayacağını anladığımız anlatıya adımımızı atıyoruz. Hasta ve zayıf bir baba figürü karşılıyor bizi, küçükken eve gelmesi istenmeyen, şimdilerde de herkese nefretle bahsedilen. Ne de olsa hesaplaşmamızın hiç bitmediği, tüm hayatımız boyunca zihnimizde tartıştığımız, hatırlamanın kalbimizi sıkıştırdığı babalardan bu: Duygularını göstermeyen, gösterilmesinden de nefret eden, kimliğimizi oluşturma çabamızı görmezden gelen, küçücük bir onayını almak için çırpındığımız ancak bizi yok sayan, ölesiye korkulan ve ölmesi istenen. Ancak tüm yüzleşmelerde olduğu gibi karşı tarafı da anlamak istiyoruz: Neden böyle bizim babamız, neden? Hep böyle değildi, biliyoruz, bilgi kırıntıları var elimizde: Dans da edermiş parfüm de sürermiş. O da bizim gibi kendisine bir gelecek sunmayan ortamdan, kuşaklar boyu aktarılan yazgıdan, yoksulluktan kaçmayı istemiş ve kaçmış. Ama ondan duymadık bunları, geçmişinden bahsetmez asla, ona başka biri olabileceğini ama olmadığını hatırlatan geçmişinden. Odağımızı genişletiyoruz bu sefer. Gençliğini ancak çalarak yaşayabilen babamızdan daha büyük BABAYA bakıyoruz, otoriteye, karar vericilere. Verdikleri küçücük kararların bile bizim yaşamamıza ya da ölmemize sebebiyet vermesine. Ne sonsuz bir merhamet ne de dinmeyen bir öfke var bu yüzleşmede, büyük baba otoriteye kör bir nefret de yok. Sadece anlamaya çalışıyoruz, bu büyük adamların aldığı küçücük kararlar bizim hayatımızda nasıl bu kadar büyük sorunlara neden oluyor? Öyle ki çok acı çekiyoruz, küçülerek yok oluyoruz, ölüyoruz. Babamı Kim Öldürdü, büyük edebi iddiaları olan bir kitap değil. Yazarı daha en başta uyarıyor bizi: “Yazdıklarımın ve söylediklerimin edebiyatın gereklerini karşılamadığını, fakat yaşamanın, bu yangının mecburiyetine, aciliyetine yanıt verdiğini biliyorum,” diyor. Ama böğrümüze bir yumruk atıp nefesimizi kesiyor, yüreğimizi acıyla ve nefretle dolduruyor. Yine de düşünmeye devam ediyoruz, hangi keyfi kararların hayatlarımızı değiştirdiğini, bizi değişim olasılığını düşünmekten bile alıkoyduğunu, tüm bu neden sonuç ilişkisinin boyutlarını kavramaya çalışıyoruz. Hayır, yüzleşmemiz bitmeyecek, yine düşüneceğiz, yine zihnimizde sorular ve olasılıklar dönüp duracak: O daha farklı olsaydı ben nasıl biri olurdum? Daha özgüvenli, daha başarılı, daha mutlu? Kendimizde beğenmediğimiz şeylere bir kez daha bakacağız, ona benzeyen yanlarımızdan yine nefret etsek de bir zaman sonra burulacak içimiz. Daha derini biliyoruz artık, derdimiz artık sadece o olamaz. Bir şeylerin değişmesi lazım, bıkmadan usanmadan yazacağız artık: Bu zamanda bu yoksulluk içinde yaşayan insanları görmezden gelenlere, görmezden geldikleri bu yaşamların ne denli kırılgan olduğunu anlatacağız. Bıkmadan, usanmadan.
- favoriler
Travis Foster
Author2 books57 followers
A huge book within a slim 80 pages. Five stars isn’t enough.
merixien
628 reviews506 followers
“Her şeye sahip olan bir ailenin, siyasi bir kararı kutlamak için denize gittiğini ne gördüm ne de duydum, onlar bunu yapmaz çünkü siyaset onların hayatlarında neredeyse hiçbir şey değiştirmez. Paris’e, senden uzağa yaşamaya gittiğimde bunun farkına vardım: Egemenler solcu bir hükümetten şikayet edebilir, sağcı bir hükümetten de şikayet edebilir ama hiçbir hükümet onların sindirim sorunları yaşamasına sebep olmaz, hiçbir hükümet onların belini ezmez, hiçbir hükümet onları denize koşturacak şeyler yapmaz. Siyaset onların hayatını değiştirmez, belki azıcık. Bu da tuhaftır aslında, siyaseti yapan onlardır ama yaptıkları siyaset hayatlarını neredeyse hiç etkilemez. Siyaset, egemenler için genellikle estetik bir meseledir. Bir tür kendini keşfetme yöntemi, bir tür dünyayı algılama, kişiliğini inşa etme biçimidir. Bizler içinse ölmek ya da yaşamak anlamına gelir.” “Babamı Kim Öldürdü” bir soru değil. Aksine bütün cevaplar elimizde, katiller açık. Bu katillerin isimlerini bütün dünyaya haykırıp, unutulmamaları için tarihe kazıma çabası. Kitap kötü kurulmuş bir baba-oğul ilişkisinin ve gerçek bir erkek olmaya takıntılı -ancak geçmişini inkar eden - bir babanın oğlu olmanın getirdiği ikilemlerin sorgulanması gibi başlıyor. Ancak devamında bu yüzleşmeye anne ve ailenin de eklenerek daha geniş bir çerçeveye yayılıp toplumda sosyal determinizme karşı bir eleştiriye dönüşüyor. Son bölüme geldiğinizde basit görülen siyasi kararların sıradan insanların hayatlarında nasıl yıkımlara sebep olduğunu bütün açıklığıyla önünüze seriyor. 51 sayfanın sonunda babayla olan ilişkinin evrimine karşın bazı şeylerin geri döndürülemezliği karşısında düştüğünüz çaresizlik öfkenizi katlıyor. “Haklısın. Haklısın, galiba bir devrim şart.” 92 doğumlu bir yazar, kısacık bir metinde toplumsal sınırlarla belirlenmiş erkek rolünün, bu bekletiyi karşılamayan erkeklerde -yazarın kendi babası özelinden genele- hayatları boyunca devam edecek psikolojik şiddetin çevre yansımasında yarattığı acılara ve devletin baskın politikalarının doğrudan ya da dolaylı olarak halkını nasıl ölüme götürebileceğini tokat gibi yüzünüze vuruyor. Muazzam.
- favorites french-literature read-in-2020
Sweet Jane
125 reviews225 followers
Υπάρχουν κομμάτια αυτού του βιβλίου που θα ήθελα να τα είχα γράψει εγώ, ή έστω θα ήθελα να τα είχα παραδεχτεί στην ζωή μου. Τουλάχιστον τα έγραψε κάποιος άλλος και είχα την χαρά να τα διαβάσω.
Henk
999 reviews14 followers
A loving portrait of the author his sick father, and a scathing indictment of politics that forget the human perspective Édouard Louis tells of his relationship with his working class father, from his own writerly, grown up and gay perspective. The text is short and touching in respect to how it is growing up in a left behind factory town without perspective. Also that it seems that he and his father got more close along the way is, in the context of both the book and the play based upon his debut The End of Eddy: A Novel, a positive note in a quite a bleak tale. The political message, of how political decisions always seem to hit the most vulnerable in society, is something that I can partly empathize with. Especially scathing is when the author tells about the joy a raise in childcare allowance brought to the family, mirrored in the misery related to the cuts in social welfare. Dutch quotes: Alleen mensen die altijd al alles krijgen, kunnen een echt gevoel van bezit hebben, de anderen niet. Bezit is niet iets wat je kunt verwerven. Ik praat in de verleden tijd over je omdat ik je niet meer ken. De tegenwoordige tijd zou een leugen zijn. Is het normaal je te schamen omdat je van iemand houdt? Je vader wilde niet over zijn verleden vertellen omdat hij daardoor weer zou weten dat hij iemand anders had kunnen worden die hij niet is geworden.
For the ruling class, in general, politics is a question of aesthetics: a way of seeing themselves, of seeing the world, of constructing a personality. For us it was life or death.
Still I feel the personal touches are more effective and powerful in this short essay.
Als ik er vandaag over nadenk, heb ik het gevoel dat jouw bestaan een negatief bestaan is geweest, een bestaan dat jij niet wilde en dat jou niet wilde. Je hebt géén geld, je hebt niet kunnen studeren, je hebt niet kunnen reizen, je hebt je dromen niet kunnen verwezenlijken. De taal heeft bijna alleen ontkenningen om jouw leven te omschrijven.
- non-fiction
Mevsim Yenice
Author5 books1,181 followers
Kısa bir metnin de inanılmaz derecede vurucu olabileceğini göstermiştir hepimize. Unutmamamız (!) gereken birkaç ismi de tarihe not düşmüştür.
Bart Moeyaert
Author101 books1,679 followers
Ik was er al een half uur op voorhand, want ik wilde zeker zijn van een zitje. Op de Frankfurter Buchmesse zou Édouard Louis geïnterviewd worden op ‘Das Blaue Sofa’, bij manier van spreken een van de meest prestigieuze, literaire zitmeubelen van Europa. ‘Das Blaue Sofa’ is een literair programma dat sinds 1999 bestaat. In 2011 is het ook een radio-programma geworden op ZDF, en het programma kent ook al heel erg lang een live versie op de Buchmesse in Frankfurt. Als je daar ’s ochtends op je krukje gaat zitten, kun je je de hele dag laven aan interviews met schrijvers uit verschillende genres. Jeugdliteratuur komt niet aan de bak, dat even fijntjes terzijde. Ik zit er vroeg genoeg. Édouard Louis wil ik niet missen. Hij heeft me niet echt van mijn sokken geblazen met zijn debuut (‘Weg met Eddy Bellegueule’), waar heel veel lezers wél lovend over waren. Om de meppen te compenseren heeft hij me met ‘Geschiedenis van geweld’ wel een oplawaai verkocht — één waar ik wekenlang niet goed van was. Dus wil ik hem horen vertellen over zijn werk, hoe hij schrijft. Al erg snel in het gesprek neemt Édouard Louis de microfoon zo’n beetje over. Alle Franse presidenten van de afgelopen twintig jaar krijgen een pandoering. Louis heeft het over sociale voorzieningen en bestaansminima. Daar in Frankfurt wordt de tirade niet meteen begrepen, en ook ik sta na het interview een tikje teleurgesteld op. Net als andere aanwezigen had ik een gesprek met een schrijver verwacht. Juist daarom ben ik zo blij verrast over ‘Ze hebben mijn vader vermoord’. In deze korte tekst, die een theatertekst was maar voor papier is bewerkt, heeft Louis me net als in ‘Geschiedenis van geweld’ op een schitterende manier binnengeloodst in zijn universum. Hij bekijkt de relatie met zijn moeilijke vader en het moeilijke Noord-Frankrijk met mededogen, en de politieke tirade waarvan ik op de Frankfurter Buchmesse niet begreep waar hij vandaankwam, begreep ik in deze tekst helemaal. Op papier is wat Louis wil vertellen slim en overtuigend opgebouwd, en politiek niet helemaal kleurloos, maar het blijft plakken en het is een tekst waarover ik blijf nadenken. ‘Ze hebben mijn vader vermoord’ is uit het Frans vertaald door Jan Pieter van der Sterre en Rheintje Ghoos. Als je een beetje heen en weer klikt vind je deze leeservaring en ook andere op www.bartmoeyaert.com.
Daniela
190 reviews91 followers
Some years ago, when The End of Eddy was published in English, Édouard Louis was invited to speak at the London Review Bookshop. Since then I have watched many of his interviews, both in English and French. I believe Louis may be a better speaker than he is a writer. He is forceful and emotional, and he so desperately wants you to understand the pain and the violence he was subjected to. His writing is equally emotional and poignant, but his voice, soft and unforgiving, as though the words are being wrenched from him, is absent from his books. In that LRB interview a member of the audience asked him about his family’s reaction to The End of Eddy, a book of autobiographic fiction – as all his fiction is (it is noteworthy that Who Killed my Father is classified as memoir). Although Louis made attempts at protecting his family’s identity, journalists were quick to find out where he came from and who the people he talked about in his book were. There is a certain naivety, perhaps, in thinking that turning one’s life into a political statement will not change the status quo. From the moment Louis made his intimate and family life an object of discussion, they became part of the public sphere. They were liable to become the subject of debate. This is one of the dangers of autobiographical fiction. You are exposing yourself and those who know you. In answer to the question about his family’s reaction, Louis talks mostly about his parents. His mother took it very badly and went on to morning shows to denounce what she considered were her son’s lies. Louis claims to have been proud of her, though obviously the situation must have been very painful; still, he liked seeing his mother stand up for herself. His father’s reaction, however, was much different, and Louis displays a curious sort of embarrassment when describing it. His father, who’d always been racist and homophobic, exerting over his son various streaks of psychological violence, was very proud of him. He bought several copies of the book and distributed them among his work colleagues. He plastered cutouts of his interviews and articles on his locker room. Louis said: my father’s reaction is kind of cheesy and not very interesting. Perhaps back then he hadn’t yet been able to process the change his father had undergone. As for myself, I always found the father’s reaction more interesting than the mother’s. It seemed to me that self-reflection in this case was a much harder path to tread. Not that his mother’s anger isn’t justified or that she doesn’t have the right to offer her own version of events. From a sociological view, the mother’s lashing out is more interesting. But it seems Louis eventually understood how sad and extraordinary his father’s reaction was. Here is a man who changed for the better out of love and respect for his son, but who will not get to enjoy the fruits of his soul-searching because the violence inflicted by a State which decided to split itself from the lives of everyday people, and by a system which oppresses instead of protecting, destroyed his body. Louis’s account of his father’s condition makes clear that this 50 year man will not live to see old age. This is truly tragic, and the ultimate confirmation of Louis’s thesis: this, simply this, is what politics is all about. It’s about whether you live or die, whether you eat or go hungry, whether you wither away from disease or you survive because society took upon itself to care for the weakest against the strong.
Banu Yıldıran Genç
Author1 book1,157 followers
bu kadar etkileneceğimi tahmin etmiyordum. sonuna doğru -babanın “ağzına sıçılmasından” sorumlu- o politikacıların adları ve yaptıkları birer birer verildikçe tüylerim diken diken oldu.
yazarın otobiyografik bu anlatısı erkeklik çemberine hapsolmuş babayı anlatırken onun kötü ve iyi yanlarını o kadar özenli bir dengede veriyor ki babanın aslında oğlunu ve diğer (üvey ama öz) çocuklarını sevdiğini ama göstermediğini anlıyoruz, ki babanın babası da var bu 50 sayfalık kitapta.
anne mükemmel mi? hayır. bir intikam sahnesinde tüm aile faş oluyor aslında. ve evet aile budur, birbirinin çıkarını gözleyen insanlar. çocukken bile.
çocukluğu bu kadar iyi hatırlamak ve aktarmak... en en sevdiğim şey. yazar 92’liymiş, diğer kitaplarını dörtgözle bekliyor ve bravo diyorum. 50 sayfada sınıfsallığın, ailenin kitabını yazabilmiş.
Ρένα Λούνα
Author1 book152 followers
Πέρυσι, στην αρχή του έτους είχα πιάσει το 'Γράμμα στον πατέρα' του Κάφκα, και μετά ακολούθησε το 'On Earth We're Briefly Gorgeous' του Vuong. Τώρα κρατάω αυτό εδώ το βιβλιαράκι, με πόνο και ταραχή σε σημεία. Πως γίνεται 70 σελιδούλες να το κάνουν αυτό; Με γενναιότητα. Πως αλλιώς να περιγράψω όσους πιάνουν χαρτί και μολύβι, στυλό, σινική μελάνη, πληκτρολόγιο και αποφασίζουν να γράψουν μια επιστολή στους γονείς, σε έναν από τους δύο, και στους δύο; Τόσα κοινά που έχουν αυτά τα έργα και συνάμα τεράστια απόσταση, μιας και κάθε σχέση είναι ξεχωριστή, μοναδική. Ο Édouard Louis, ταλαντούχος, παρατηρητικός, έξυπνος και τρυφερός, μας δίνει να διαβάσουμε ό,τι πιο προσωπικό μπορεί να γράψει ένα παιδί. Μας γράφει για όλα αυτά που συνυπάρχουν και συγκρούονται, μας δίνει και τις δικές του υποθέσεις και ερμηνείες και συμφωνούμε μαζί του, γιατί πως θα μπορούσαμε αλλιώς; Αφοπλιστικά συγκινητικό και κάπως ελπιδοφόρο για τις μεταξύ σχέσεις γονέων και lgbtq παιδιών, ή έστω για τα lgbtq παιδιά που έχουν πλέον το προνόμιο μιας επεξεργασίας που οι περασμένες γενιές δεν είχαν, παιδιά που χάθηκαν με την βεβαιότητα του ελαττωματικού. Ο Louis πιάνει το κουβάρι και το σπρώχνει, τον βλέπουμε ευάλωτο μέσα σε ξεχωριστές σκηνές της παιδικής του ηλικίας μέχρι το σήμερα και εμπεριέχει τα πάντα: Δύναμη, περιέργεια, οξυδέρκεια, αλλά θα επιμείνω στην γενναιότητα.
- mylibrary
Sine
357 reviews407 followers
yani… bir kitap canımı ne kadar sıkabilirse o kadar sıktı. tebrik ediyorum edouard louis’yi. üstelik geçen sene tiyatroların hasbelkader açık olduğu kısa zaman zarfında moda sahnesi sevgim ve onur ünsal hayranlığım sebebiyle “önce okuyayım” telaşı bile yaşamadan izlemiş ve onur ünsal’ın harika oyunculuğu ve su gibi diksiyonuyla yaklaşık iki saatte kompakt halde maruz kalmıştım bu metne. o zaman da canımı çok sıkmıştı. yine de okumak için biraz unutmayı bekledim, metni oyundan biraz olsun ayırabilmek için. edebi anlamda verimli bir karar olsa da oyunu bir miktar unuttuğumdan her şeye baştan üzüldüm; hem kitapta olanlara, hem genel anlamda halimize. izlerken de ayağa kalkıp alkışlamak istemiştim, okurken de hınçla bastıra bastıra altını çizdim –zaten kitabın yarısını çizdim aslında, neyse– işte şu kısmı bir de buraya yazmak istiyorum; unutup gitmeyeyim, çok değerli satırlar çünkü: “Egemenler solcu bir hükümetten şikayet edebilir, sağcı bir hükümetten de şikayet edebilir ama hiçbir hükümet onların sindirim sorunları yaşamasına sebep olmaz, hiçbir hükümet onların belini ezmez, hiçbir hükümet onları denize koşturacak şeyler yapmaz. Siyaset onların hayatını değiştirmez, belki azıcık. Bu da tuhaftır aslında, siyaseti yapan onlardır ama yaptıkları siyaset hayatlarını neredeyse hiç etkilemez. Siyaset, egemenler için genellikle estetik bir meseledir: Bir tür kendini keşfetme yöntemi, bir tür dünyayı algılama, kişiliğini inşa etme biçimidir. Bizler içinde ölmek ya da yaşamak anlamına gelir.”
- bonne-translation favorites to-read-again
Eylül Görmüş
593 reviews3,351 followers
"Gençlik bazılarına hayatın armağınıdır, bazılarınınsa tek çaresi onu çalmaya çalışmaktır." Üf! Pek övülen genç (hatta gencecik!) Fransız yazar Edouard Louis boşa övülmüyormuş. Kendisiyle 51 sayfalık minicik metni Babamı Kim Öldürdü ile tanıştım ve ilişkimizin uzun yıllar süreceğini şimdiden biliyorum. Bir kitabın nasıl her kelimesi yerli yerinde olur, nasıl tek bir fazlası olmaz, nasıl derdini böyle doğru bir yerden, insanın içine bunca işleyerek anlatabilir? Hayranlıkla okudum. Toplumlarımızda, kültürlerimizde bozuk, zehirli, ölümcül ne çok şey var. Her kuşak bir yerden zehirlenip, kendi yetiştirdiği bir sonraki kuşağı başka bir yerden zehirliyor. Louis'in babası kendi alkolik babası gibi oğlunu dövmüyor ama başka tür bir erkeklik fikriyle zehirliyor, kimliksizleştiriyor oğlunu. Şöyle yazıyor Edouard Louis: "Tuhaf aslında, babanın şiddetine sürekli tanık olduğun için asla şiddete başvurmayacağını tekrarlar dururdun, takıntı gibiydi sende, çocuklarına asla vurmayacağını söylerdin. Şiddet her zaman, sadece şiddet üretmez. Uzun zaman şu cümleye inanıp tekrarlayıp durdum zihnimde: Şiddet şiddetin sonucudur. Yanılmışım. Şiddet bizi şiddetten kurtardı." Louis'in babasına yazdığı uzun bir mektup gibi bu kitap. Bir tür hesaplaşma. Tüm hesaplaşmalar gibi bir anlama, anlatma, anlaşılma, iyileşme ihtiyacı da aslında. Yıllarca oğlunun eşcinselliğini kabul edememiş, kendi mutsuzluğunu ona boca etmiş babasını anlama, onunla barışma girişimi. Babasının yaşayamadığı hayata ağıt bir yanıyla, o yaşanamamış hayatın isimleri herkesçe bilinen isimsiz sorumlularına, siyasetçilerine dair bir suç duyurusu. Yıllarca fabrikada korkunç koşullarda çalıştıktan sonra iş göremez hale gelen, ardından da son yıllarda "devleti küç��lteceğiz" diye sosyal yardım politikalarını bir bir rafa kaldıran herkese; Hollanda, Sarkozy, Chirac, Macron; "sizler katilsiniz" diye bağıran bir metin. Yer yer Jean-Louis Fournier'nin "Asla Kimseyi Öldürmedi Benim Babam"ını anımsatan ama bence ondan çok çok daha güçlü bir kitap bu. Çünkü kişisel olanı toplumsal olana bakmadan anlayamayacağımızı mükemmelen anlatıyor. Ve bunu sadece 51 sayfada beceriyor. Büyük bir saygı ve hayranlık duydum. Ne diyebilirim ki.
Natalie
278 reviews29 followers
Ένα μικρό διαμαντάκι! Μέσα από την παρουσίαση των οικογενειακών ισορροπιών και σχέσεων και ιδιαίτερα εκείνης με τον πατέρα του η οποία χαρακτηρίζεται από δύσκολα αλλά και έντονα συναισθήματα που δεν αποκαλύπτονται, ο συγγραφέας σχολιάζει με οξύτητα το πολιτικό σύστημα της χώρας του το οποίο ενισχύει ακόμα περισσότερο το "άνοιγμα" της κοινωνικής ψαλίδας.
- favorites political september-2020
Meike
1,808 reviews4,053 followers
English: Who Killed My Father It’s the uncertainty, the pensive undecidedness regarding how to judge people and situations that renders such a text intriguing, but much like in the case of the archetypical "mimimi, daddy is so mean to me" text of world literature, Brief an den Vater, there is sometimes a slightly melodramatic quality to it (and I say that as a person who maintains that Franz Kafka is the greatest German-language writer ever, but still). And per usual with Louis, Didier Eribon and Geoffroy de Lagasnerie, the political conclusions are so self-righteous because they lack complexity, which is a shame, because the problems are very real. So hey, by finishing this, I’m back at being a Louis completist. Although, wait: After Combats et métamorphoses d'une femme, there is now a second book dedicated solely to his mother. Good Lord. Okay, I’ll read it.
Listen, I really like Louis and have read him extensively, my favorite of his being Changer : méthode, but this messy pamphlet which more than anything shows the author struggling with his own emotions is intellectually undercooked. In his debut En finir avec Eddy Bellegueule, we encountered a Louis that felt intense anger towards his homophobic father who to him represented toxic masculinity in its purest form. But as it is typical for this author, newer publications always represent his own growth and changing attitude regarding his own experiences and the people he has met over the years. In this particular case, Louis starts oscillating between his condemnation for some of his father’s beliefs and actions, and a growing understanding for how the father is a product and even victim of his circumstances: Poverty, lack of education, hard physical labor.
- france
Eric Anderson
702 reviews3,683 followers
Édouard Louis’ voice is so passionate and urgent in how he writes about class and sexuality in relation to his personal experiences. It’s no wonder he’s gained a global audience since the English publication of his debut novel “The End of Eddy” in 2017. Now, at the age of 26, he’s published his third book and I wonder if his productivity is outpacing the power of his ideas. “Who Killed My Father” is categorized as a ‘memoir/essay’ and his inspiration for writing it is based on recent visits to his father who is only in his 50s but severely physically debilitated. He queries throughout the book what brought his father to this point, but begins with the premise that his father is condemned to “the category of humans whom politics has doomed to an early death.” Through emotionally-charged reflections in three parts which criss-cross over time Louis considers the many culprits that he deems responsible. While I agree with many of his ideas and felt moved by the sections of his life that are portrayed, I feel his arguments lack some nuance and are fuelled more by anger than complex reasoning. Read my full review of Who Killed My Father by Édouard Louis on LonesomeReader
Jakob
102 reviews10 followers
If you ask the American academic Ruth Gilmore what racism means to her, Édouard Louis tells us, she will answer that racism is to make certain groups of people more susceptible to a premature death. This outlook sets the tone for Louis' petite book, a story that is both highly personal and political. It recounts personal memories of his father from Louis' own childhood, and reflects on the forces and circumstances that molded his father into the man he became. Many of these episodes paint a rough childhood with a cold and rough father who is very much a part of a kind of provincial machismo. At the same time, different sides of the father sometimes seep through the cracks, brief glimpses of qualities that never got the chance to fully develop in the harsh soil that the father's life has been rooted in. Such as when, while driving to the store alone with a young Éduoard, he puts on a Céline Dion album and knows all the lyrics by heart. Louis laments the possibilities, the life-roads that were left closed-off for his father, by the limits placed by his family history, his community, and his state. In the end, this crescendos into an unflinching indictment of France's elite's treatment of its working class. Here, the personal and the political merge into one. Louis' father has for some time suffered the consequences and pain of a back-breaking accident at his former factory job. Louis lists the various political decisions over the last 15 years or so that have gradually and increasingly screwed over his father. Revoked subsidies for certain drugs; changes to the social security system that has forced his father to travel to some other city to further mangle his back while sweeping the streets; tax-breaks to the rich announced at the same time as his father (and those in his position) gets less money to put food in their mouths. This critique is perhaps less nuanced than it is polemical, but it is hard to ignore the emotional punch. Chirac, Sarkozy, Hollande, Macron and their ministers are put on trial as Louis forcefully asks: Who killed my father?
- french-lit
Burak
207 reviews149 followers
Epey kısa olmasına rağmen çok güçlü, çok etkileyici bir metin Babamı Kim Öldürdü. Anlatıcının babasıyla, hatta ailesiyle ve ataerkiyle hesaplaşması olarak başlıyor ancak kitabın ilerleyen kısımlarında bu hesaplaşma bambaşka bir tarafa yöneliyor. Bizi kimler, nasıl öldürüyor asla unutmayalım istiyor Èdouard Louis. Ben yazarın dilini çok sevdim. Yıllar ve olaylar arasında gelip giderken suçlayıcı ya da öfkeli bir tavır takınmadan duygularını böyle güzel aktarabilmesi şahane. Ancak kitabın başı ve sonu arasındaki ton farkının biraz tuhaf kaçtığını da kabul etmek lazım. Yine de bu kadar genç bir ismin, kısa bir metinde böyle bir etki bırakması hayranlık uyandırıyor. Ayberk Erkay'ın çevirisi de çok iyi. Louis'in diğer eserlerinin de çevriliyor olması mutluluk verici.
- kitaplik
marta (sezon literacki)
315 reviews1,332 followers
To bardzo osobiste wspomnienia autora o ojcu, próba odbudowania trudnej relacji, ale też - co było dla mnie dość zaskakujące - pewnego rodzaju manifest polityczny. Opis wydawcy wyjątkowo trafnie oddaje istotę tej książki. Warto przeczytać ją po "Końcu z Eddym", bo stanowi rozwinięcie pewnych wątków tam zawartych. 3.5/5
- books-i-own
Nasia
418 reviews104 followers
Ένα διαμάντι αυτό το βιβλίο, βρήκα τον εαυτό μου έτοιμο να υπογραμμίσει το μισό και βάλε βιβλίο, από φράσεις που με εκφράζουν 100%, από πράγματα που θα ήθελα να είχα πει εγώ και χαίρομαι που τα λέει ένα άτομο της γενιάς μου. Με αφορμή τον μονόλογο ενός γιου όσον αφορά την σχέση του με τον πατέρα του και πολλές στιγμές που μοιράστηκαν οι δυο τους, πολύ καλές και πολύ άσχημες, μαθαίνουμε στοιχεία για το πολιτικό σύστημα στην Γαλλία, που έχει φέρει στην εξαθλίωση μεγάλη μερίδα του πληθυσμού. Είναι ένα βιβλίο - καταγγελία για τις πολιτικές αποφάσεις που πάρθηκαν τα τελευταία χρόνια στην Γαλλία και είναι ένα βιβλίο πολύ συναισθηματικό. Ναι, το ανακάλυψα μετά πως πρόκειται για το 3ο της 3λογίας, αλλά δεν έχει σημασία, θέλω να διαβάσω και τα άλλα 2 ΧΤΕΣ. Υ.Γ. Αν γράφεις έτσι στα 25 σου, πραγματικά θέλω να δω τι θα γράφεις στα 40 σου, φανταστική γραφή. "Η κυβέρνησή του διευκρινίζει πως πέντε ευρώ δεν είναι τίποτα. Δεν ξέρουν. Προφέρουν αυτές τις εγκληματικές φράσεις επειδή δεν ξέρουν. Ο Εμμανουέλ Μακρόν σου παίρνει το φαϊ μέσα απ' το στόμα."
- own-read
Intellectual_Thighs
240 reviews450 followers
Ο Λουί μας προτρέπει να φανταστούμε τον ίδιο και τον πατέρα του να στέκονται αντικριστά σε έναν μεγάλο έρημο χώρο, με το χιόνι να πέφτει σταδιακά πάνω τους και μέχρι το τέλος του βιβλίου να τους έχει σκεπάσει. Στέκεται απέναντι στον πατέρα απευθύνοντάς του έναν μονόλογο - παράκληση αποδοχής, έκκληση αγάπης. Ο άνθρωπος όμως που έχει απέναντί του, έχει αλλάξει ριζικά. Δεν μπορεί να περπατήσει κανονικά, ζητά συγγνώμη, ζητά βοήθεια, η μέση του είναι κατεστραμμένη, είναι πλέον παχύσαρκος, συνδεδεμένος με οξυγόνο που βοηθάει την καρδιά του να συνεχίσει να χτυπά, γιατί μόνη της δεν θέλει. Μικρές ιστορίες από τη ζωή του πατέρα του, προσπάθειες να τον καταλάβει, να έρθει κοντά του, να φανταστεί τα όνειρα, τις προσδοκίες, τις ματαιώσεις. Ναι, όχι, μην το βάλεις ακόμα στο ράφι των τρυφερών προσωπικών καταθέσεων για τη σχέση πατέρα-γιου.Το τρίτο αυτό βιβλίο, είναι στην ουσία ένα πολιτικό βιβλίο. Βεβαίως και τα δύο προηγούμενα είναι πολιτικά βιβλία, η κοινωνική ανισότητα, η ζωή κάτω από τα όρια της φτώχιας, η ανεργία, ο ρατσισμός, η εγκληματικότητα, όλα αυτά που υπάρχουν στον πυρήνα της ιστορίας του, είναι πόλιτιξ. Εδώ όμως, έχουμε μια ξεκάθαρη καταγγελία απέναντι σε πολιτικά ονόματα που κυβέρνησαν τη Γαλλία τα τελευταία χρόνια, που πήραν συγκεκριμένες πολιτικές αποφάσεις, που οδήγησαν στον "θάνατο" του πατέρα του Λουί αλλά ουσιαστικά και μιας ολόκληρης τάξης. Τα πέντε ευρώ μείωση ενός επιδόματος, είναι το φαγητό του πατέρα του. Οι παραπάνω ώρες δουλειάς, είναι ο λόγος που η μέση του διαλύθηκε. Η απόσυρση ενός φαρμάκου για τη δυσπεψία από το συνταγολόγιο, είναι ο λόγος που το στομάχι του καταστράφηκε. Ο γιος, αν και "επιτυχημένος" πλέον, παίρνει θέση δίπλα στον πατέρα του σ αυτόν τον ταξικό πόλεμο και γίνεται αυτός ο τρόπος που θα δείξει και θα π��ρει την αγάπη και το συναίσθημα που δεν είχαν μάθει να δείχνουν διαφορετικά. Ο Λουί, έγραψε αυτό το βιβλίο στα 25 του. Θα είχε τρομερό ενδιαφέρον για εμένα, να διαβάσω το ίδιο βιβλίο γραμμένο στα 50 του.
Vaso
1,461 reviews207 followers
Ένας μονόλογος του γιου προς τον πατέρα που δε ζει πια, γεμάτος αναμνήσεις, καυτηριάζοντας συγχρόνως το πολιτικό σύστημα της Γαλλίας για την εξαθλίωση στην οποία έχει οδηγήσει μεγάλο μέρος της μικρομεσαίας τάξης.
Neli Krasimirova
195 reviews94 followers
Hacminden beklenmeyecek kadar iyi bir metin.
Babasından nefret eden, babasını sevmek istemeyen, babasını çok seven bir oğulun gözünden babasının yaşamak zorunda olduğu hayatını, yaşayamadığı hayatını, içinde olmak istediği hayatını içine doğduğu ve kurduğu aileleriyle devinimi içinde okuyoruz. Hesaplaşmaları var babasıyla, babasına hatırlatmak istediği anılar var... Hepimize hatırlatmak istediği politikacılar var, tarihe isimlerini kazımak istediği...
Çok etkilendim.
- french-literature
Larnacouer de SH
801 reviews184 followers
“Sana söylediğim her şeyi unuttum ama söylemediğim her şeyi hatırlıyorum.” “Ya unutacaktık ya ölecektik ya da unutarak ölecektik. // Su gibi.
Unutmak ya da ölmek ya da unutmak ve unutmaya çalışırken ölmek. ”
- halk-kütüphanesi
Marta Silva
174 reviews59 followers
Com uma escrita pulsante, sentida e por vezes magoada, neste livro ficamos a conhecer fragmentos da história/relação do autor com o seu pai.
“O mais incompreensível é que até aqueles que não conseguem respeitar sempre as normas e as regras impostas pelo mundo teimam em fazê-las respeitar, como tu, quando dizias que um homem nunca deve chorar.”
Num relato sincero e cru, o escritor dá voz àquele que também se viu rejeitado pela figura paterna, de quem se espera amor, admiração, proteção e, mais tarde, a reconciliação.
Aborda também algumas questões políticas e sociais vividas na França e que afetaram as classes sociais mais desfavorecidas.
Uma leitura a recomendar!
Tomasz
259 reviews54 followers
Idealna wręcz długość. Edouard doskonale porusza się w tematyce intersekcjonalności. To dobrze napisane rozliczenie z przeszłością, próba wyrwania się z kręgu przemocy – choć niektórzy z pewnością uznaliby tę książkę za przemocową, przyjrzenia się z zewnątrz mechanizmom polityki i jej wpływu na ludzkie życie. To książka na wskroś polityczna. Jeśli rasizm to „narażenie pewnych zbiorowości na przedwczesną śmierć”, i jeśli odnosi się to też do męskiej dominacji, homo- i transfobii, dominacji klasowej – to „polityka oznacza podział na populacje z życiem wspieranym, ułatwianym, chronionym oraz populacje narażone na śmierć, na prześladowania, na zbrodnię”. „Ludzie należący do klasy uprzywilejowanej mogą się skarżyć na prawicowy albo lewicowy rząd, ale żaden rząd nie przysparza im nigdy problemów trawiennych, nigdy nie rujnuje im kręgosłupa […] dla klasy uprzywilejowanej polityka najczęściej jest kwestią estetyczną […] dla nas była kwestią przeżycia”. Monumentalna jest końcowa wymiana nazwisk polityków - brzmiące oskarżenie potężnych i ich decyzji wpływających na miliony. Ogromnie chciałbym przeczytać takie dzieło o polskich realiach.
Historie rzeczywiście dość chaotyczne, ale przysłowiowe serducho wiele nadrabia.
Świetne, mocno polityczne zakończenie. Godny kontynuator „Powrotu do Reims”? IMO tak.
Özgür Balmumcu
208 reviews68 followers
Bu kitaba karşı objektif olmam zor. İlk defa bir kitaba ağlamamak için ara vermek zorunda kaldım. Geceyarısı okumaya başladım, on sayfa ilerlemiştim ki takatim kalmadı. Ara verdim bir koca gün. Gördüğüm en sade anlatımlardan biri olmakla birlikte en güçlü metinlerden biri de aynı zamanda. Bu son derece kısa anlatı (roman desek değil, hikâye desek değil), sonlara doğru direksiyonunu hızlıca siyasete kırsa da, bu da kurgunun bir miktar aksamasına yol açsa da, o kadar sağlam bir metin ki olsun demekten kendimi alamadım. Ki siyaseten söyledikleri de bam teline basmayı başarıyor.
emre
351 reviews252 followers
Okumadan önce birisi, kısacık bir metne baba-oğul yüzleşmesi, aile, çocukluk, işçi sınıfı anlatıları, bir kurum olarak ailenin eleştirisi ve cesurca politik eleştiri sığdığını söylese, çok şey anlatmaya çalışıp, tam da bu yüzden hiçbir şey anlatmayan kitaplardan biri diye düşünür ve okumazdım herhalde. Fakat Louis çok yalın, gerçek bir dille bu meselelere değinmiş, anlatmak istediği ne varsa anlatabilmiş, çok etkilendim. Bazı yönleriyle Oğuz Atay'ın Babama Mektup'unu da hatırlattı, bir ara iki metni birlikte okumayı düşünüyorum.
- öyropa
Hulyacln
960 reviews484 followers
Bir çocuk babasına sesleniyor. Babası onu duyuyor ama cevap vermiyor. Çocuğun renkleri yavaşça soluyor, baba yavaşça ölüyor..
.
Babamı Kim Öldürdü bir hesaplaşma, bir yüzleşme ve bir aydınlatma. Sadece beden üzerine değil; beden üzerine tahakkümde bulunan ne varsa onu parçalarına ayıran güçlü bir metin. Bu incecik kitap, gerek aile içi gerek siyasi ilişkilerin uzun cümlelere gerek kalmadan da derinlik sağlanabileceğinin kanıtı..
Kesinlikle tavsiye ediyorum !
.
Çeviride Ayberk Erkan yer alırken, kapak tasarımı Utku Lomlu çalışması~